Trump’ın Suriye Saldırısı ve Uluslararası Hukuk: Doktrin ve Pratik

6 Nisan 2017 sabahı Amerikan ordusu Akdeniz’den Suriye hükümetinin Şayrat hava üssünü 59 Tomahawk füzesiyle vurdu. Böylece ilk defa ABD doğrudan Suriye’deki Esad rejimine karşı saldırmış oldu. Tek taraflı bir kuvvet kullanma teşkil eden bu fiil sonucu uluslararası hukuk açısından da bir tartışma başlamış oldu. Bu fiil hukuka uygun mudur, yoksa hukuka aykırı mıdır? Bu sorunun cevabını vermek için olayın inceliklerine dalmak zaruridir.

Öncelikle olaya geçmeden evvel hukuki bir analiz yapmak için fiilin hukuki sınıflandırmasını yapmak lazım. 59 Tomahawk füzesi ile yapılan saldırı kuşkusuz bir kuvvet kullanmadır. Kuvvet kullanma ise Birleşmiş Milletler Antlaşması Madde 2/4’e göre uluslararası hukuka göre yasaktır. Bu yasağın ise iki açık istisnası bulunmaktadır. Bunlar meşru müdafaa hakkı ve Güvenlik Konseyi’nin yetkilendirmesidir. Bir diğer BM Antlaşması dışı istisna ise davetle müdahaledir, yani saldırı yapılan yerin hükümetini rızasıdır.  Ortada bu saldırı bağlamında ne Güvenlik Konseyi kararı ne de ABD’nin meşru müdafaa hakkını doğuracak bir silahlı saldırı bulunmaktadır. Zira Başkan Trump füze saldırısını 4 Nisan 2017 tarihinde Suriye’deki kimyasal saldırı olayına binaen yaptığını açıklamıştır. Dolayısıyla olayda iki istisna da söz konusu değildir. Esad rejiminin bu saldırıya rıza gösterdiği de düşünülemez. Peki saldırının hukukiliği üzerindeki tartışma neden hala sürmektedir? Bunu anlamak için bu olay açısından doktrin ile devlet pratiği arasındaki çatlağa değinmek gerekir.

Doktrin yani uluslararası hukuk alanında çalışanların çoğu Trump’ın saldırısındaki uluslararası hukuka aykırılığı dile getirmektedir. Örneğin Marko Milanovic bu fiili hukuka uygun hale getirecek bir sebebi göremediğini ve fiilin açıkça hukuka aykırı olduğunu söylemektedir.1 Aynı şekilde John Bellinger Trump’ın saldırısında bunu hukuki olarak sunacak bir yetkinin olmadığını belirtmektedir.2 Liste uzatılabilir. Hatta bu saldırı hakkında yapılan uluslararası hukuk uzmanlarının yorumlarının toplandığı haberler de yapılmıştır.3 Yine bu uzmanların bazıları Trump’ın uluslararası hukuk açısından tutunabileceği tek dalın belki de insancıl müdahale olduğunu söylemektedirler. 1999 yılında NATO güçleri ABD’nin öncülüğünde benzer şekilde kuvvet kullanma hukukunda açık bir neden göstermeden Kosova’yı bombalamıştı. Daha sonra bu bombalama eylemi insancıl müdahale doktrini ile haklılaştırılmaya çalışıldı. Fakat insancıl müdahalenin uluslararası hukuk açısından kabul edildiğini söylemek zordur. Bu konuda oluşmuş açık bir teamül oluştuğu söylenemez. Dolayısıyla Trump’ın tutunabileceği bu dal da pek sağlam gözükmemektedir.

Fakat ülkelerin büyük bir kısmı Trump’ın saldırısını “meşru” ve “gerekli” olarak gördüklerini açıkladılar.4 İngiltere, Almanya, Fransa, Kanada, Avustralya, İtalya, Polonya, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye ve Japonya açıkça ABD’nin eylemini desteklediklerini açıkladılar.5 Bu saldırıya doğrudan karşı çıkan Rusya ve İran oldu. Çin ise kimyasal silah kullanımına karşı olduğunu, fakat tansiyonun azaltılması gerektiğini belirtti. Bu durum şöyle bir söylemi ön plana çıkarmaktadır: “Hukuka aykırı ama meşru”. Böyle bir söylemin uluslararası hukuk açısından tehlikeleri bulunmaktadır. Esad rejiminin Suriye’de uyguladığı politikanın barbarlık olduğu ve çeşitli savaş suçlarını işlediği konusu tartışma götürmez. Bunun cezasız kalmaması da gerekir. Fakat Birleşmiş Milletler Antlaşması ile getirilen kuvvet kullanma rejiminin dışına çıkılması çok defa meşru olarak gösterilirse bu durum kuvvet kullanma yasağı normunun otoritesini etkileyebilir. Bir normun nasıl ölebileceği konusu hakkında Schilda’da bir çeviri yayınlamıştık.6 Kuvvet kullanma yasağının zayıflaması veya ölmesi dünya üzerinde devletlerarası çatışmaların artmasını tetikleyebilir. Bu durum çok daha büyük kayıpların yaşanması riskini doğurur.

Peki Suriye’deki durum nasıl düzeltilebilir? Uluslararası hukukta uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusunda yetkili organ BM Güvenlik Konseyi’dir. Öncelikle Güvenlik Konseyi’ndeki büyük güçler müzakere ile ortak bir karara varma başarısını gösterebilirler. Böyle bir başarı ne kadar uzak gözükse de Suriye sorununun çözümündeki en etkili yol olarak ortadadır. Diğer daha ikincil yollar ise terörle uluslararası mücadele, çatışmanın sonlandırılması için yapılabilecek çalışmalar, sorumluların ceza almasını sağlama gibi yöntemlerdir. Fakat asıl çözüm yolu büyük güçlerin ve bölgesel güçlerin ortak bir kararla bu sorunun üzerine gitmeleridir. Bu üzerine gitme fiili ise uluslararası hukukun kurallarına aykırı olmayacak bir şekilde yapılırsa alınan sonuçlar daha sağlıklı olacaktır. Kuşkusuz iddia edildiği gibi bir kimyasal saldırı olduysa bu fiilin uluslararası camiada kınanması iyidir fakat sorunun çözülmesi bağlamında yetersizdir. Çözümün ilkeleri de aslında insancıl müdahaleye göre uluslararası hukuka daha “uygun” olarak dizayn edilen koruma sorumluluğu doktrininde yatmaktadır. 4 Nisan 2017’deki kimyasal saldırı olayından sonra konuşan Donald Trump kendisinin bu saldırıdan sonra bir “sorumluluğunun” bulunduğunu söylemiştir.7 Ortada bir sorumluluk söyleminin bulunması koruma sorumluluğundaki “uluslararası toplumun sorumluluğu” ile örtüşür bir noktada ise de, koruma sorumluluğunun diğer hususlarının da gözetilmesi gerekir. Zira koruma sorumluluğu doktrini de belirttiğimiz gibi Güvenlik Konseyi’nin rolüne vurgu yapmaktadır.8 Dolayısıyla uluslararası hukuka uygun bir çözüm geliştirebilmek daha makul olacaktır.

Önceki Gönderi

Normlar Nasıl Ölür?

Sonraki Gönderi

Daha Çok Eğitim = Daha Az Terörizm – Terörizm ve Eğitim Arasındaki Kompleks İlişkinin İncelenmesi

Son Gönderiler

Barışı Kim Yapmalı?

Barışın tesisi ve sürdürülebilirliği insan örgütlenmelerinin ve elbette ki devlet olgusunun ortaya çıkışından itibaren çözülmesi gereken…