Küresel Mülteci Krizinin Güvenlik Sonuçları

Küresel mülteci krizini hatırlayan var mı? Bunun aklınızdan çıkıp gitmesi nedeniyle bağışlanabilirsiniz. Medya şu zamanlarda yakinen mülteci krizi konusuna daha az odaklanmakta, bunun yerine Brexit1 (muhtemelen anlaşılabilir) ve Taylor Swift’in aşk hayatına2 (muhtemelen anlaşılamaz) odaklanmayı tercih etmektedir. Mülteci krizi ekseriyetle manşetlerden düşmesine rağmen, temel gerçeklik trajik olarak aynı kalmaktadır: şiddet ve siyasal istikrarsızlık 60 milyon insanı evlerini terk etmeye zorladı3. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) göre bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri4 mülteciler ve ülkesinde yerinden edilmiş kişi sayısının en yüksek seviyesi.

Kriz tartışmaları sıklıkla mültecileri almanın ev sahibi devletin güvenliği açısından riskli olduğu örtük, ve bazen açık5, iddiasını yaratmaktadır. Peki siyaset bilimi ne söylemektedir?

Bulgular karışık. Bir yandan, bir etkili çalışma6 mültecilere ev sahipliği yapmanın bir devletin kendi sivil çatışmasını deneyimlemesi olasılığını artırdığı hususuna ulaşıyor. Bağlantılı olarak diğer çalışmalar ise mültecilere ev sahipliği yapma ile iç7 ve ulusötesi8 terörist saldırıların gerçekleşme sıklığı arasında bir ilişki buluyor. Dolayısıyla bir endişe nedeni söz konusu. Diğer yandan bu çalışmalar, ürkütücü istatisksel sonuçlara rağmen, mültecilerin önemli bir çoğunluğunun şiddete başvurmadığını onaylamaktadır. Bundan başka, bir mülteci akımının siyasal bağlamı9 çatışmanın yayılması bakımından önem arz etmektedir10. Sivil savaşta yenilmekten kaçınarak sınırdan kaçan eski isyancı mülteciler özellikle şiddete yatkındır. Buna karşın sivil savaşın genel kaosundan kaçan tipik siviller şiddet içinde yer almaya daha az meyillidir. Şimdiki mülteci krizi daha çok kendi ülkelerinin korkunç koşullarından (Suriye’deki Esad rejiminin acımasız baskısı, IŞİD’in Suriye ve Irak’taki mezalimleri, NATO ve Rus hava saldırılarının arızi zararları) kaçmayı amaçlayan harcanmış sivillerden oluştuğu için, bugünün mülteci krizinin böyle ölümcül etkilerinin olmayacağını ummak için iyi sebepler mevcut.

En azından mültecilere ev sahipliği yapma ile bağlantılı bazı potansiyel güvenlik riskleri olduğunu düşünürsek, mültecilere kimin ev sahipliği yapması gerektiği üzerine ateşli tartışmalar olduğu nadiren sürpriz olur. Hiç değilse teoride 1951 BM Mülteci Sözleşmesi’ni11 imzalayan 144 devletin hepsinin mültecileri koruma hukuki yükümlülüğü bulunmaktadır. Fakat siyaset bunun olmasını engellemektedir. Özel olarak, kimlik politikaları iki farklı bakımdan bir rol üstlenmektedir.

İlki, “onlar bizim gibi değiller” mantığını takip eder ve mülteciler ve onlardan etnik/dinsel/sosyal/iktisadi açıdan farklı ev sahibi topluluklar arasındaki çatışmanın potansiyeline odaklanır. Gerçekten de, bugün Müslüman ve Arap dünyasındaki çatışmalardan kaçan birçok mültecinin olması Batı’daki “onlar ve bizler” karşıtlığını artırmaktadır. Örneğin Birleşik Devletler’de devlet yöneticilerinin çoğunluğu12 güvenlik nedenleriyle Suriyeli mültecilere eyaletlerinde izin vermeyeceklerini açıkladılar. Hatta Alabama Valisi Robert Bentley, Suriyeli mültecileri eyaletlerine getirmenin onları Paris tarzı terörist bir saldırıya maruz bırakabileceğini belirtti13. Avrupa’daki bazı ülkeler de mültecileri işgalciler olarak gösteren benzer ulusalcı hareketleri14 yaşadılar. Karşılık olarak diğerleri ise bu korkuların abartılı olduğunu gösteren rakamları işaret ettiler. 2015 yılında Economist15 dergisi 11 Eylül’den beri Birleşik Devletler’de 745.000’den fazla mültecinin yerleştirildiğini, bunlardan sadece ikisinin teröristlerle bağlantılı faaliyetlerden tutuklandığını – ve bu faaliyetlerin Irak El Kaidesi’ne yardım etmeyi planlama olduğunu, ABD’ne doğrudan saldırı ile ilgili olmadığını – belirtmişti.

İkincisi kimlik, mültecilerin ev sahibi ülkede ulusötesi bir akraba grubu varsa, çatışmanın yayılmasında bir rol oynayabilir. Security Studies dergisinde yayınlanan bir çalışmamda16 iddia edildiği gibi mülteci akınları yerel gruplar arasında etnik veya dinsel güç dengesini değiştirdiğinde göreceli olarak büyük olasılıkla ev sahibi devletle çatışmaya neden olur. Burada Suriye krizi için önemli çıkarımlar vardır, çünkü sömürgeciler Orta Doğu’da sınırları çizerken grupların dağıtılmasına daha az dikkati vermişlerdir. Sonuç olarak çoğu etnik-dinsel gruplar ulusal sınırların arasında kalmakla, mültecilerin yerel güç dengelerini bozmasını mümkün kılmaktadır. Bu cihetle daha büyük güvenlik meydan okuması, Batı’da terörizmden ziyade Suriye bölgesinde sivil savaş sirayeti olabilir.

Buradan çıkan sonuç nedir? Politika yapıcılar potansiyel mülteci kabul eden devletlerde etnik ve dinsel güç dengesine büyük itina göstermelidirler. Günümüzde Türkiye, Lübnan ve Ürdün Suriyeli mültecilere ev sahipliğinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Lübnan gibi bir ülke – dinsel gruplar arasındaki kırılgan siyasal güç dağılımı ile – büyük bir mülteci akınına ev sahipliği yapmak için ideal bir ülke değildir. Politika yapıcılar nadiren mültecileri değişik ülkelere yönlendirme kapasitesine sahip olmalarına karşın, yüksek riskli ve düşük riskli hedef ülkelerin belirlenmesi mülteci krizleri sırasında kısıtlı kaynakların dağıtılmasına yardım edebilir. Şimdiki siyasal iklimde pek mümkün gözükmemesine rağmen, Batılı demokrasiler daha büyük bir mülteci rakamını alarak Suriye’nin komşularının yükünü hafifletebilirler. Bunun yerine Batı muhtemelen mültecilere yardım etmenin kısmen çatışan amaçları ile kendi sınırlarını koruma arasında bir denge tutturmayı deneyecektir.

Sonraki Gönderi

Demokrasi Demokratların, Otoriterlik de Otoriterlerin Hükümeti Değildir

Son Gönderiler

Barışı Kim Yapmalı?

Barışın tesisi ve sürdürülebilirliği insan örgütlenmelerinin ve elbette ki devlet olgusunun ortaya çıkışından itibaren çözülmesi gereken…