Demokrasi Demokratların, Otoriterlik de Otoriterlerin Hükümeti Değildir

Ekim 2015’de “Demokratik Hayal kırıklıkları, Otoriter Reformcular ve Siyasi Dengeler” başlıklı yazımda güncel Malezya siyasetinin ironik yanı üzerine düşüncelerimden bahsetmiştim. İktidar partisinin sahip olduğu hegemonyanın sadık savunucusu, rejim muhaliflerini memnuniyetle hapse gönderen eski diktatör Mahathir Muhammed’in Necip Tun Razak’ı eleştirenler arasında öne çıkmış olması. Mahathir’in bakış açısındaki bu potansiyel değişimin tamamen yanlış olduğunu önermiştim.
Böyle bir yaklaşım,

…bir ülke siyasetinin özünü anlayabilmenin elitlerin bireysel görüşlerini anlamayı gerektirdiğine dair genel görüşü yansıtır. Malezya’da bir çok kişi reform ve şeffaflık talep ediyor, ancak bunu Mahathir yaptığında durum açık bir şekilde  farklılaşıyor Bu inanç ise siyasi reform sorununun çözümü için doğru görüşlere sahip, doğru kişilerin göreve getirilmesi gerektiği görüşüne dayanır. Bu nedenle Aung San Suu Kyi gibi birinin bir kere göreve geldiğinde beklentileri karşılayamaması hayal kırıklığına neden olur ve bir çok kişinin Mahathir’in fikrinin “gerçekten” değişip değişmediğini sorgulaması önem kazanır.

Think Progress’le dün yaptığım bir röportajda Başkan Trump ve yönetimi hakkında bağlantılı bir noktadan bahsettim. Bir çok gözlemci Başkan Trump’ın özünde otoriter birisi olduğu, veya çevresindekilerin otoriter olduğu konusunda endişe duyuyor. Bu durumda yönetimde yer alan anahtar bireylerin ruh hallerini, kişisel inançlarını ve arzularını tahmin etmeye çabalamak gerekiyor. O röportajda bu eğilime karşı çıktım ve odaklanmamız gerekenin yönetimin davranışları ve kararları olması gerektiğini savundum.

Neden mi? Çünkü siyasi rejimler – demokrasiler ve diktatörlüklere verdiğimiz genel isim – hakkında düşünmenin en iyi yolu onları sistemler olarak ele almaktır. Sistemlerin özellikleri onları oluşturan birimlerin özelliklerinin toplamından bağımsız olabilir. Siyasi sistemler partilere bölünmüş bireyler, bürokrasiler, gruplar, hareketler, örgütler ve diğer sosyal kümelenmeler arasındaki ve bunların kendilerini oluşturan bireylerle etkileşimlerinden oluşur. Bu durumda “demokrasi” sistemin – rejimin – bir özelliğidir, onu oluşturan bireylerin değil. Bu görüş O’Donnell ve Schmitter’den [PDF] beri kitle ve elit görüşlerinden çok aktör ve grup stratejilerine odaklanan siyaset bilimi araştırmalarına dayanır. Bu açıdan bakıldığında, demokrasi demokratların hükümeti değil sadece

hiç birisi diğerlerini yenemediği için demokratik bir rejim kapsamında bir araya gelmiş, ancak hiç biri demokrasiye değer vermeyen bireyler ve gruplar arasındaki mücadelenin sonucudur (Przeworski’nin benzer bir değerlendirmesi burada bulunabilir [PDF]).

Benzer şekilde otoriter bir rejim de otoriterlerin hükümeti değildir. Bazılarına bu düşünce güven verebilir, ancak vermemelidir. ThinkProgress’e yorumladığım gibi,

denemeden de otoriterleşebilirsiniz. Politikalarınızı hayata geçirmek için parlementer düzeni aşındırırsanız sistemi ayakta tutan kurumları baltalamış olursunuz.

Nasıl demokrasiler otoriter bireyler tarafından yönetilebilirse, gerçek demokratlar da otoriterliğin zeminini hazırlayabilir.

Bu, bence Amerikan demokrasisi hakkında endişe duyanların odaklanması gereken noktadır. Elitlerin neye inandığı değil, mevcut siyasi rejimimizi ayakta tutan normlar ve kurumlara ne yaptıklarına bakmalıyız. Ve daha sonra, elitler ve yönetimlerden bağımsız olarak, demokrasiyi mümkün kılan norm ve kurumların nasıl güçlendirilebileceğine odaklanılmalıdır.

Önceki Gönderi

Küresel Mülteci Krizinin Güvenlik Sonuçları

Sonraki Gönderi

“Pes Etmediğimiz Günler.” 2012 ve 2015 Yılları Arasında Romanya’daki Sosyal Hareketler

Son Gönderiler

Barışı Kim Yapmalı?

Barışın tesisi ve sürdürülebilirliği insan örgütlenmelerinin ve elbette ki devlet olgusunun ortaya çıkışından itibaren çözülmesi gereken…