İran Devrimi ABD Başkanlık Seçimi Hakkında Bizlere Neler Öğretebilir?

İlk bakışta, İran’daki 1979 İslam Devrimi ve 2016 ABD Başkanlık seçimlerine zemin hazırlayan süreçler benzerlik taşımamaktadır. Bu toplumlar ve onların siyasi kurumları arasında açıkça önemli farklılıklar vardır. Ancak her iki olaydan önceki yılların kültürel tutumlarına dikkatle bakıldığında çarpıcı benzerlikler ortaya çıkmaktadır. İranlı göçmenlerin oğlu olarak, Devrim öncesi İran’daki ailemin hayatına bir göz attığımda, onların dünyası ve benim bugün yaşadığım dünya arasında bir dizi paralellik görüyorum. İran’da Pehlevi Hanedanlığı (1925-1979 yılları arasında süren), Batı’dan öykünülerek modellenen hızlı bir gelişme sözü verdi. Bu yalnızca ekonomik konularda değil, aynı zamanda Avrupa ve Amerika’ya öykünen kültürel bir bakış açısı için de geçerliydi. İyi durumda olanların çocukları eğitim için yurtdışına çıktı; kentsel seçkinler Batı kıyafet tarzlarını, müzik zevklerini ve sosyal normları benimsediler. Ailem için bu, Beatles ve Bee Gees’i dinlemek, kadınlı erkekli partilere katılmak ve ispanyol paça pantolon ve kısa etekler giymek demekti. Politik olarak, kadınların güçlenmesini desteklediler, sosyalizm ve liberal demokrasi konulu tartışmalara katıldılar ve ülkelerinin belirli bir seküler modernite vizyonuna doğru ilerlemeye devam ettiğini gördüler. Kısacası bu -diğer konuların yanı sıra- cinsiyet, siyaset, cinsel ahlak ve din hakkındaki tutumların akış içinde olduğu hızlı bir kültürel değişim dönemiydi. Fakat bu değişim aynı zamanda bir sınıf ayrımını da ortaya çıkardı. Zengin İranlılar ilerleme ve gelişmeyi desteklediklerine inanıyorlardı. Bununla birlikte, kentsel yoksullar ve kırsal kitleler, halen dünyalarını geleneksel ahlak gözüyle görüyorlardı. Dinsel erdem, yerleşen toplumsal cinsiyet normları ve İran’ın cömertlik, alçakgönüllülük ve aile onur değerlerine dayanan toplumsal düzen sorgulanmıyordu. Bu gruplar, çevrelerindeki değişimler hakkında endişeli ve tereddütlüydü ve kendilerinden önce doğru ve yanlışın açıkça sergilendiği daha basit bir zamanı özlüyorlardı. İran toplumundaki bu iki güç birbirlerini korku, küçümseme ve tamamen düşmanlık karışımıyla izledi. Kentsel, zengin seçkinler geleneksel sınıfları cahil ve geri gördüler. Köylü için kullanılan -dahati kelimesi- aptalla eş anlamlı hale geldi. Din ve din adamları mazide kalmış bir dönemin kalıntıları olarak görülüyordu. Toplumun az eğitimli, muhafazakâr unsurları, sözde inkılapçıları kendi açılarından ahlaka aykırı, yozlaşmış ve kibirli gördüler. Onlar gharbzadehilerdi – yani Batı ile sarhoş olanlar. İslami inançlarının yanısıra yüzyıllardır süren geleneklerden vazgeçmişlerdi ve büyükbabalarının değerlerine sırtlarını çevirmişlerdi. İran devrimi devasa bir politik değişimdi, fakat aynı zamanda da bu iki kültür arasında bir çatışmaydı. İnkılapçılar şaşkına dönmüştü. Alt sınıflar arasındaki hayal kırıklığını gerçek anlamda görmediler – hatta özellikle görmeyi umursamıyorlardı -. Şah’ın devrilmesiyle gelenekçiler kendilerini güvende hissettiler ve ahlaki, adil olduğuna inandıkları bir toplum adına liberal elitlere karşı duran bir lidere, Ayetullah Ruhullah Humeyni’ye inandılar. Binlerce kişi sokaklara yürüdüler, vücutlarıyla radikal değişim için oy kullandılar. Birleşik Devletler bir devrime doğru gitmiyor; demokratik kurumlarımızın sağlam ve kalıcı olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte, İran devrimiyle sonuçlanan sosyal, ekonomik ve kültürel dinamikler bugün ABD’deki mevcut dinamikleri yansıtıyor. New York, Boston ve San Francisco’daki liberaller genellikle Sanger, Texas ve Jackson, Mississippi gibi yerlerdeki muhafazakârları anlamıyor. Nitekim, ülkenin ortasına “geçiş devletleri” olarak verilen aşağılayıcı atıf -uçak penceresinden bakılan ancak asla ziyaret edilmeyen yerler- bu uyumsuzluğun bir işaretidir. Liberaller LGBT hakları, çok kültürlülük ve kadın eşitliği gibi -benim de katıldığım- ilerici değerleri savunuyorlar. Ancak birçoğu, kendi değerlerini paylaşmayan kişileri sabit kafalı, cinsiyet ayrımcı ve dini fanatik gibi görme eğilimindedir. Muhafazakârlar, diğer taraftan, liberal ‘latte içen’ kıyı elitleriyle alay etme eğilimindedir. Birçoğu böyle insanlarla dolu olarak gördükleri, haber medyası, milli eğitim (özellikle üniversite profesörleri) ve hükûmetin kendisi gibi kurumlara güvenmiyorlar. Geleneksel değerler ve dini inançlar sorgulanmaya başlandıkça Amerika’nın düşüş eğilimi içinde olduğunu görüyorlar. Onlar Amerikan vatanseverliğinin yerine çok kültürlülüğe doğru geçişi reddediyorlar. Bazılarına göre, liberal elitler tepeden bakan züppelerdir; kimilerine göreyse, onlar kurucu ataların temsil ettiklerini reddeden hainlerdir. Liberaller veya muhafazakârlar tarafından ileri sürülen bu niteliklerin geçerliliği önemsizdir. Devrim öncesi İran’da olduğu gibi, ‘öteki tarafın’ algıları, gerçekte olduğundan daha derin ayrımlar yaratır. Moderniteye karşı gelenek; liberalizme karşı muhafazakârlık; zengine karşı fakir – bu ayrımlar derinden bölünmüş bir İran toplumu yarattı. Benzer şekilde, bu tür gruplar arası gerilimler, günümüz Amerika’sında kaynama noktasına ulaşmış ve bireylerin ‘öteki tarafla’ bağlantı kurmasının zorlaştırdığı bir duruma neden olmuştur. Bu, anlaşmazlığın toleransına dayanan demokrasimize zarar vermektedir. Bağırmak yerine birbirimizin endişelerini anlamaya çalışmaya başlasak iyi olur. Komşularımız, meslektaşlarımız, arkadaşlarımız ve akrabalarımızla yaptığımız görüşmelerde, empati ve anlama arzusu ile dinlemeye – gerçekten dinlemeye – ihtiyacımız var. Aynı zamanda “tarafımızda olanlara” – hangisi olursa olsun – hem söz hem de eylemde merhamet göstermeyi hatırlatmamız gerek. Bunu yaparken, Amerikan halkında ayrımların yerine çok daha fazla birlik bulacağımızı düşünüyorum.

 

Önceki Gönderi

Eşitsizlik Güncellemesi: Gelir Büyüdüğünde Kim Kazanır?

Sonraki Gönderi

Will H. Moore

Son Gönderiler

Barışı Kim Yapmalı?

Barışın tesisi ve sürdürülebilirliği insan örgütlenmelerinin ve elbette ki devlet olgusunun ortaya çıkışından itibaren çözülmesi gereken…