“Ama ne için protesto ediyorsunuz?” Protestocular için demokrasi ne anlama geliyor?

Demokrasi, çağımızın en büyük çelişkilerinden biriymiş gibi görünüyor. Yerleşik demokrasilerde, protesto hareketlerinin yinelenerek patlak vermesi -İşgal Et’den, Fransa’daki Nuit Debout ve ABD’deki Demokrasi Baharı hareketine- düşük seçmen katılımı, siyasi kurumların düşük oranlarda kabulü ve popülist partilerin ve politikacıların yükselişiyle birlikte gelmektedir. Bu paradoks bazılarının bir “kriz” ilan etmesine neden oldu; demokrasinin “ölümü”. Bazıları da küresel kapitalizm ve temsili demokrasinin birbirleriyle ilişkili krizlerini deneyimlediğimizi savunuyor. Bu teşhislere rağmen demokrasi otoriter düzenlerde protestoculara hitap eden kalıcı bir fikir olmaya devam ediyor, hatta o kadar ki Arap ayaklanmalarının çoğu ülkedeki bariz başarısızlığından sonra bile, bunu başarmak için büyük riskler almaya devam ediyorlar -Hong Kong’dan Harare’ye kadar.

“Meydanlar hareketleri” ortaya çıkmasının üzerinden altı yıl geçti. Birçok bilim insanı, 2011 yılında ortaya çıkan hareketlerin eşitsizlik, borç, sosyal adalet ve temsili demokrasinin eksikliklerine dikkat çekerek siyasi tartışmaları değiştirdiğini kabul etmesine rağmen, politika ve yönetişimde daha köklü değişiklikler getirmekte yetersiz kaldıkları açıktır. Başlangıçta insanları meydanlarda ve sokaklarda protestoya iten mağduriyetler çözülmedi ve bazı durumlarda daha da şiddetlendi. (örn. Kahire)

Dahası, statükoya karşı aynı hoşnutsuzluk hissinden beslenen popülist partiler daha da güçlendi. Arap Baharı, İşgal Et ve anti-kemer sıkma hareketlerinin zirvesinden altı yıl sonra, aktivistlerin demokrasi algısında açığa çıkardığımız daha derin ortak özellikler, demokratikleşme ve demokrasiyi inceleyen sosyal bilimcilerin dikkat etmeleri gereken kalıcı etkilere sahip.

Atina, Kahire, Londra ve Moskova’daki aktivistlerle yapılan araştırmadan yararlanılan yakın tarihli bir makalede Marlies Glasius ve ben iki soru sorduk. Birincisi, demokrasi meydanlardaki protestocular için ne anlama geliyordu ve ortak bir demokrasi anlayışı ve kavramsallaştırması var mıydı? İkincisi, aktivistlerin demokrasi konusundaki anlayışı örgütsel süreçlerini nasıl şekillendirdi? Demokrasinin durumu üzerine yapılan birçok araştırma, anketler veya seçmen katılımı analizleri ve parti üyeliğine dayanırken, bizim çalışmamız aktivistlerle röportaj yaparak hem demokrasiden duyulan memnuniyetsizliğe hem de cazibesine ışık tutmaya çalışıyordu. Sonuncusu, sürekli sokak eylemlerine katılarak ya demokrasiyi talep eden ya da demokratik sistemlerinin kusurlarına itiraz edenleri içeriyordu. Bu tür aktivistler, aktif, eleştirel ya da asi vatandaşlar olarak çeşitli şekillerde tanımlanmıştır.

Ortak Anlayışlar

Ekonomi ya da siyasi rejimin türüne bakılmaksızın, dört şehirdeki eylemcilerin, tek başına temsili demokrasinin, tatmin edici bir sistem olmadığı noktasında birleştiğini tespit ettik; demokrasinin anlamlı olarak ortaya çıkabilmesi için, vatandaşlar bir sorumluluk ve temsil duygusunu benimsemeli ve siyasi karar alma sürecine dahil olmak için mücadele etmelidir. Dört şehir arasındaki kültürel, siyasal ve ekonomik farklılıklara ve hem bu şartlar içinde hem de bu şartlar karşısında eylemcilerin ideolojik heterojenliğine rağmen demokrasinin anlaşılması ve kavramsallaşmasında hatrı sayılır ortak noktalar keşfettik.

Aktivistlerin neredeyse evrensel olarak temsili demokrasiyi yeterli bir model olarak kabul etmediklerini ve gerçek, doğrudan ya da katılımcı olarak çeşitli şekillerde adlandırılan daha zahmetli versiyonlarına büyük önem verdiklerini tespit ettik. Bu, hem vatandaşlar hem de her seviyeden yönetenler üzerine güçlü talepler yükleyen, süreç odaklı akif vatandaşlık kavramına yönlendirdi.

Değişikliklerle birlikte, tüm saha alanlarımızdaki aktivistler, demokrasinin siyasete ve toplumsal yaşama katılmak için bir ses, bir hak ve hatta bir sorumluluk anlamına geldiğini savundu. Her biri kendi şartlarında, demokrasinin ne ifade etmesi gerektiği hakkında daha talepkar fikirler geliştirdiler -birbirinden bağımsız olmayan ancak birbirleri ile ve siyasal teorideki belirli yazılar ile yankılanan fikirler. Aktivistler kendilerini, hareketin iç örgütlenmelerinde ve nihayetinde toplumda demokratik uygulamaları teşvik etmeye uğraşan prefigüratif politikayla meşgul olduklarını gördüler. Gerçi hareketlerin toplum içindeki mevcut eşitsizliklere (sınıf, cinsiyet, ırk vs.) meydan okumaması ve hatta zaman zaman bunların örgüt yapılarında ve modellerinde tekrarlanması, dahili iktidar dinamikleri hakkındaki endişelerini de artırdı.

Kesişimsellik1 ve hareketler arasındaki eşitsizlik

Güncel literatüre göre, çağdaş hareketleri yalnızca hükümetler ve iktidar kurumlarından bir şeyler talep eden değil bunları “prefigüratif aktivizm ile yerel kamusal alanda doğrudan demokrasiyi yerleştirmeyi amaçlayan somut yerel uygulama ve eylemlere” dönüştüren “prefigüratif” hareketler olarak görmeliyiz. Prefigürasyonun rolünü vurgulayan bilim insanları, toplumsal hareketlerin gönüllü ve derin normatif girişimler olduğunu ve diğer örgütlenme biçimleri ile doğrudan karşılaştırmanın indirgeyici olabileceğini açıkça ortaya koyarak önemli bir katkı yaptılar.

Bununla birlikte, birkaç istisna dışında, çeşitlilikle uğraşmakla ilgili zorlukların üstünde durmamaya eğilimlidirler. (Onları ç.n.) Hareketler içindeki kesişimselliği daha eleştirel biçimde incelemeye davet ediyoruz. Hareketler genellikle kapsayıcı olduğunu iddia ettiği halde, yaş, sınıf, cinsiyet, ırk ve dinin örgütlenmeyi ve kendi içlerindeki kitlesel hareketliliği etkileyebileceğini keşfettik.

Görüştüğümüz kişilere kendilerini ‘demokrasi yapıyor’ gibi görüp görmediklerini ve ne kadar iyi yaptıklarını düşündüklerini sormuştuk. Katılımcılarımıza sistematik olarak “hareketlerin demokratik olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusunu sorduk. Dört saha alanımızdaki tepkiler karışık ve kendilerini övmekten uzaktı. Eylemcilerin demokrasi anlayışının (örneğin ifade ve katılım dahil) kendi hareketleri içinde kapsayıcı ve yatay uygulamaları teşvik eden bilinçli girişimlere yol açtığını bulduk. Bu, liderlerden kaçınmak, farklı fikirleri dinlemek için (örneğin toplantılar vasıtasıyla) alanlar yaratmak ve fikir birliğine dayalı karar almaya güvenmek anlamına geliyordu.

Ancak tespitlerimiz aktivistlerin “gerçek demokrasi” saydığı şeyden beslenen ve bunu gerçekleştirmeyi amaçlayan yatay uygulamaların, daha hiyerarşik organizasyon, gündem belirleme ve karar alma yöntemleriyle nasıl bir arada var olduğunu ve çatıştığını ortaya koymaktadır. Dahası, dört durumda da tüm hareketler, demokratik uygulamaları sahiplenmeye çabalar ve toplumda var olan hiyerarşilere meydan okurken, birçok aktivist istedikleri “değişimin kendisi olmak” arzularının ve hareketlerin içindeki mevcut eşitsizliklerin sürekliliği arasındaki uçurumu fark ettiler.

Çıkarımlar ve geleceğe bakmak

Son zamanlardaki hareket silsilesi demokrasinin anlamı, eşitsizlik ve devletin rolü çevresinde tartışmalar başlattı. Gerçi, aktivistlerin dışa ve yukarı doğru toplumun dönüştürülmesi ve karar alma mekanizmalarının içine taşan demokrasi kavramsallaştırması prefigürasyon savunucularının inanmamızı istediğinden daha umutsuzdur. Protesto alanı, kamusal alanların güvenlikleştirilmesi, baskıcı yasalar ve protestonun suçlaştırılmasıyla azalmaktadır.

Brexit referandumu ve sağ kanat popülist siyasetin halk tarafından daha çok tutulması, statükoya olan öfkeyi ve anaakım siyasal partilere ve elitlere olan güvensizliği gösteriyor. Popülistler, göçmen karşıtı söylemlerini bir kenara bırakırsak, çalıştığımız hareketlerle ortak taleplere sahip, bu talepleri demokrasi dilinde şekillendiriyor, ve insanlara ihtiyacı karşılamayan veya temsil etmeyen kurumlar üzerinde daha büyük kontrol vermeyi savunuyorlar.

Brexit ve Trump’ın zaferi bu öfke, hoşnutsuzluk ve statükoya güvensizliğin bir yansımasıdır. Günümüzde, önerilenle -küresel kapitalist sistemin sınırları içindeki resmi temsili demokrasi- aktivistlerin hayal ettiği demokrasi kültürü arasındaki uçurum hiçbir uzlaşmaya varılamayacak boyuttadır ve tekerrür eden siyasal hareketlenmeler beklenebilir.

Önceki Gönderi

Drone’ların Ekonomi Politiği

Sonraki Gönderi

Halep’ten Sonra, 2017’de Bu Çatışmaları Unutmayın

Son Gönderiler

Barışı Kim Yapmalı?

Barışın tesisi ve sürdürülebilirliği insan örgütlenmelerinin ve elbette ki devlet olgusunun ortaya çıkışından itibaren çözülmesi gereken…